7 Temmuz 2013 Pazar

Kızıl Karanlık

Yıldızlar süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın...

-W.Shakespeare

1800'lü yıllar.
Derin bir nefes çektim ciğerime. Sevgilimin sert nefesleri saçlarımın arasına karışıyordu. Onun bu hareketleri ile elimdeki kadehi daha sıkı sıkıya tuttum ve krala son bir kez daha başım ile selam verdim. 
Kral'ın ukala gülümsemesi yüzüne yayılırken, o da bana selam verdi. Blythe'nin gerildiğini hissettim. Biraz gözden uzağa doğru gittiğimizde Bylthe'ye doğru fısıldadım.

''O da mı senin gibi?'' Blythe'nin gözleri ışıldadı. Sert ve günahkar dudakları hafifçe kıvrılırken yavaşça başıyla onayladı. Çok konuşmazdı Blythe. Sakindi. Ve zaten onun en çekici özelliğiydi buydu bana göre.
Blythe ellerini belime dolarken kendimi gülmemek için zor tuttum. Bu adam beni gerçekten seviyordu.
Blythe sert bir adamdı. Onunla bu aptal balolardan birinde tanışmıştık. Bahçede sakin sakin otururken bir kadının bağırdığını işitti. Ve tabi ki ayaklanarak oraya gittim. Bir Düşes diz çökmüş bir şekilde Blythe'nin önünde duruyordu. Başı eğikti. Elleri yumruk olmuştu ve büyük ihtimalle ağlıyordu.
O an Blythe'i gördüm. Umursamaz bir surat ifadesiyle bahçeyi inceliyordu. Önünde ağlayan kadını umursadığı yoktu. O an beni fark etti. Taş gibi suratı ile gözlerini yüzümde gezdirdi.
Diğer erkekler gibi değildi. Bedenime değil Yüzüme bakmıştı.
Hafifçe tebessüm ettim ve oradan ayrıldım.
Ve bir kaç gün sonra beni buldu. Yüzü sert değildi. Sanki benim yanımdayken mutlu olmaya çalışır bi hali vardı.
Ve bir gün kır gezisindeyken bana korkunç sırrını itiraf etti.

''Ben bir Gece Gezenim, Alberta. Lanetlenmişim.''

İlk önce ne dediğini anlamasamda onun Mikhail'in çocuğu olduğunu öğrendim. Yani bir Vampirdi.Katolik bir hristiyan değilim. İnandığım tek şey Tanrı ve Kader. Ancak o an, Tanrı'nın mucizelerine de inandım.
Taştan bir kalbi olan Blythe bile iyileşebilir ve sevgiyi tadabilirdi.

Blythe yüzünü boynuma gömünce neşeyle kıkırdadım.Nefesini kulağıma üfledi.''Evet sevgilim, o da benim gibi.''
Yüzüm düşerken Blythe'nin yanağını öptüm. ''Senden güçlü olamaz'' dedim neşeli çıkan sesimle.
Bir kahkaha attı ''Asla benden güçlü olamaz.''

Bir kaç dakika süren sessizlikte, Blythe'nin belime dolanmış elleri ile dans ettim. Kafamı onun göğsüne yaslamıştım ve o an hissetiğim şey huzurdu, sevgiydi, aşktı.

''Sence o hangi klandan?'' dedim huzurlu havayı bozarak. Tabi ki de Blythe sessizliği sakinliği severdi ancak sabırla sorumu cevapladı.

''Büyük ihtimalle Buzlar Klanından. Gözlerinde ki maviliği görmüş olmalısın. Eğer su olsaydın büyük ihtimalle seni gözleriyle dondururdu.''

Sesinden hiçte memnun olmadığı anlaşıldığı halde güldüm ve yüzümü ona doğru döndüm.

''Ve sende o kızıl gözlerinle beni eritirdin.'' dedim arzuyla. Dudakları enfes bir şekilde kıvrılırken cümlemi devam ettirdim. ''Her zaman yaptığın gibi.''

Son hamleymiş gibi bir anda dudaklarıma uzanmasıyla güçlü bir kahkahalarım balo salonunda yankılandı ve bize bakan gözleri ikimizde umursamadık.

En çokta nefretle kısılmış buz mavisi gözleri.

***

Dün ki balodan sonra Blythe beni konağa bırakmıştı ancak yine onunla bu gün kırda dolaşmak için randevu alabilmiştim. Evet Blythe benim sevgilimdi ancak bir elçiydi ve sorumlu olduğu işler vardı.Ona bu işi yapmasının sebebini sorduğumdayda dört büyük klanın büyük elçileri olduğunu söylemişti ve böylece onun Ateşler Klanı'nın Büyük Elçisi olduğunu öğrenmiştim.

Ve sevdiğim adamın saniyede bilmem kaç metre koşabilmesine rağmen ben ormanın başında onu bekliyordum.
Ve aklıma gelen şeyle sırıttım. Blythe bir vampir ise beni bulmakta eminim ki zorlanmayacaktı. Hızla ormanın derinliklerine doğru kahkalar atarak koştum.
Beni bekleyen şeylerin farkında olmadan.

***

Ormanın içinde kahkalar atarak koşuştururken ormanın derinliklerinden bir at sesi işittim. Yakınımdaki ilk ağaca tutunup nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken, karşıdan gelen kral komvoyuyla iliklerime kadar buz tuttum.
Aptal kafam! Kesinlikle Blythe'i beklemeliydim!

Komvoy yavaş yavaş yol alarak yanıma kadar geldi. En önde at süren Kral, beni gördüğünden beri gözlerini üzerimden çekmemişti. Yavaşça atını durdurdu ve atından indi. Buz mavisi gözlerine karşın, yakıcı bir yakışıklılığı vardı.Hafifçe tebessüm ederek bana yaklaştı.
Savunmasızdım ve korkuyordum. Hayatta en nefret ettiğim duyguları bu aptal adam bana yaşatıyordu!

''Korktunuz mu Bayan Alberta?'' dedi Kral alaycılıkla. Gözlerimi devirerek, dik duruşumu sergiledim. Az önce koşmaktan ciğerlerim yanıyordu ama şimdi inanılmaz bir kaçma duygusu hissediyordum.

''Hayır, Lordum'' dedim sert ifademi bozmayarak. Yayvan yayvan gülümsedi. Ardından ormanda gezindi gözleri. Sanki buraya birlikte pikniğe gelmişiz gibi rahattı.

''Sanırım birini bekliyorsunuz?'' dedi yine o aptal ifadesiyle. O an göğsüme çok ağır bir yük çöktü.
Blythe.. Neredesin?

''Kimi beklediğimin farkındasınız lordum.Elçi Blythe'i bekliyorum.''

Kral Blythe'nin isminin anılmasıyla bir şeyi hatırlamış gibi davranarak adamlarından birine hediyeyi getirmesini söyledi.
Tam Kral'a neyden bahsettiğini soracakken beni son kez süzüp buz gibi gözlerini yüzümden ayırmadan i ''Blythe'nin sana sevgililer günü hediyesi. Emin ol hediyeyi sana getirmem için çok ağladı.'' dedi.

Şaşkınlıkla etrafıma bakarken, Kral, adamların getirdiği kutuyu alarak hızla bana yaklaştı. Hücrelerime kadar korkuyla doldum.
Ve yavaşça kutuyu açarak bana uzattı.

Kızıl. Kızıl bir göz vardı karşımda. Yerinden sökülmüş bir göz.
Çığlığım boğazıma takıldı. Göz yaşlarım genzimi yakarken gözlerimi Kral'ın buz mavisi gözlerine diktim.
Kahkahası ormanda yankılanırken, kendimi oldukça özgür hissettim. Hayatta değer verdiğim tek varlığın gözünü koparmıştı.

Kral ise göz yaşlarımı umursamayarak bana yaklaşmaya devam etti.

''İsmimi biliyor musun Alberta?''

Sesi bile benim için dayanılmazken, buz mavisi gözlerine bakmaya devam ettim.Bundan sıkılmış olacak ki nefesini dışarı sıkılmışçasına üfledi.

''Merak etme, 100 yıla yepyeni bir göze sahip olacaktır. Ve eminim sende bunu görürsün.''

İlk önce ne dediğini anlayamasamda, Kralın dişlerini göstererek sırıtması kafamda bazı şeyleri yerine oturttu.
Beni vampir yapacaktı.

Geriye doğru attığım bir kaç adım ile kendimi yerde bulurken, Kral yavaşça üzerime eğildi ve burnunu boynuma sürttü.
Az önceki ağlama isteğime karşn şimdi tek bir göz yaşı yoktu gözlerimde.
Kafasını kaldırıp buz mavisi gözleri ile ela gözlerimi birleştirdi.

''Benden Blythe'e ufak bir mesaj tatlım.''

Dişlerini sertçe tenime tenime geçirirken vampir olmanın nasıl bir şey olabileceğini düşündüm.
Blythe ve ben sonsuza kadar...

Ağzından gelen sertçe hırlama ile hayallerimden koptum.Dilini yarama deydirdi ve zehrini boğazımdan aşağıya akıttı. Hücrelerim yavaş yavaş ölürken yepyeni bir ben doğuyordu. Artık kalbim eskisi gibi çarpmıyordu. Hatta o kadar yavaştı ki yaşlı bir insanın duyulmayacak kalp atışları kadar.
Gözlerimi kapadım.
Açtığımda ise bulanık ve ılık bir şubat karşıladı beni. Soğuk değildi hava her şey daha netti.
Hızla ayağı kalktım. Kral karşımda tüm yakışıklılığı ile duruyordu. O an onun gerçekten de ilgi çekici bir erkek olduğunu fark ettim.

Kral, beni şaşırtarak önümde diz çöktü. Sol elini tırnakları ile kanattı ve bana uzattı. O an içimdeki bir şeylerin deli gibi bunu istediğini hissettim.
İçimdeki canavara engel olamayarak, Kral'ın eline dişlerimi geçirirken, Kral bana yumuşak bir şekilde sarıldı. Ben onun kanına doyamazken, elleri saçımda gezindi.

''Ben senin yaratıcınım Alberta. Kral Matherson. Artık sonsuza dek benimsin.''

Gerisi ise kızıl karanlıktı benim için..

12 Haziran 2013 Çarşamba

Beni de Sev | 3



“En ölümcül sürgün, sevdiklerinizden ayrı kalmaktır…”

William Shakespeare



''Evren, sanırım gitmeliyim. İkimiz açısındanda iyi olacak.''

Bakışları nihayet dudaklarımdan gözlerime kayarken, gözlerinde gördüğüm duyguyu tarif edemedim.

''Biliyorsun.'' diye fısıldadı şevhetle. ''Senden hoşlandığımı biliyorsun.''

Şaşkınca ona bakarken, iç sesim şaha kalktı.
Evet, biliyorum. Çünkü bende sana karşı boş değilim.
İç sesime lanetler yağdırarak kafamı eğdim ancak sert eli çenemi tuttu ve kaldırdı. Kafamı milim dahi hareket ettiremiyordum. Hareket eden tek yerim dudaklarımdı, ve heyecanla aran kalbim..

''Beni tanımıyorsun..'' Gözlerinden kısa bir nefret geçti. Kısacık. O anın süresini tanımlayamazdım bile ancak görmüştüm.

Sonunda yüzünü boynuma gömerken fısıldadı.

''Bana bunu nasıl yapıyorsun o zaman. Seninleyken nefes dahi alamıyorum.''

Ve boynuma konan ıslak öpücükle kısık sesle inledim.

*** Geçmiş ***

İlkbaharın ilk ışıkları küçük pencereden, kokuşmuş tuvaletemize süzülüyordu. Kirli aynada yansımamı bile zor görürken aynada ki yansımama baktım. Elmacık kemiklerin yine hafiften şişmişti ve büyük ihtimalle yarına büyük çürükler halinde mikrop gibi yayılacaklardı.

Poyraz ile 2 haftadır çıkıyorduk. Ah Poyraz. Daha 16 yaşındaydım belki de ama hayatımda hiç kimseye bu kadar ihtiyaç duymamıştım.
Elmacık kemiklerimde ki morluklar ise Poyraz'ın eski sevgilisi , Nazlı'nın, işiydi.

Asla şiddet yanlısı bir insan olmamıştım ve bunun cezasını çekiyordum. Poyraz bana her yaklaştığında Nazlı burnundan soluyan kızıl bir ejdere dönüşüyordu.
Ve en kötüsüde gururumdu.
Belki yüzümde ki morluklar fondaten ile kapanıyordu. Peki ya kalbimde ki morluklar?

Son kez saçımı yanağıma yapıştırdım ve kendime baktım. Daha lise 2 öğrencisiydim ben! Pes edemezdim böyle saçma bir şey için!

Tam tuvaletten çıkacakken bir inleme duydum.
Ah sapık ergenler! Yani aklıma gelen ilk şey buydu. Yavaşça tuvalet kabinlerine ilerledim ve kapılara göz attım.
Bir inleme daha duyunca, bunun şevhetten çok, acı dolu olduğunu anlamıştım.

Yavaşça ilk tahmin ettiğim kapıyı açtım.
Karşımda siyah saçları kanlar akan yüzüne yapışmış birini görünce hissettiğim adrenalin tarifsizdi.
Hızla çocuğun yanına çöktüm. Hem ağlıyor hemde titriyordu. Gözleri kapalıydı.
Benimde böyle anlarda hissettiğim duygular geldi aklıma.

Boşlukta gibi olursunuz o an. Bir acının durmasından sonrasına. Araf süresidir o an. Yaşamdan koparsınız.

Hızla sarıldım çocuğa.
Hem dövülmüş hemde kızlar tuvaletine atılmış. Hiç kimse kaldıramazdı bana göre bunu.

Çocuğun hıçkırıkları kesildi ve kanlı gözleriyle bana baktı.
Ama kara gözleri karanlıkta parlayan tek ışık gibiydi. ''Ne oldu?'' dedim, dövülen birine sorulacak en saçma soruyu sorarak.
Az önce ağlayan o değilmiş gibi kıkırdadı. Enfes renkte ki saçlarını yüzünden çekti ve mükemmel gözlerini tekrar bana sabitledi.

''Bilmem. En son sevgilin suratımı dağıtmakla meşguldü.''
Poyraz? Poyraz bu çocuğu mu dövmüştü. Peki ama neden?

''Neden dövdü seni?''

Alacağım yanıt beni yavaş yavaş kavururken, onu tekrar inceledim. Bu çocuk 10C sınıfında ki Evrendi. Çoğu kızın bu çocuğa nasıl hayranlıkla baktığını bilirdim. Ama benim gözüm Poyraz'dan başkasını görmezdi.
Ama Evren'de ki yakışıklılık göz ardı edilmeyecek bir şeydi.

Siyah saçları hafiften gözlerini kapıyordu ancak çok seyrekti ve o mükemmel gözleri ile saçlarının arasından bakınca, animelerde ki kahramanlara benziyordu.
Poyraz ise sarı saçlı, mavi gözlü mükemmel hatları olan bir çocuktu.

Poyraz ile Evren'i kıyaslamamalıydım!

Evren'in elini, elime kilitlemesiyle düşüncelerim yok oldu. Evren'in biçimli parmaklarına baktım. Diğer eliyle hafifçe çenemden tutup kendine bakmamı sağladı.
Dudaklarından süzülen kelimeler şok ile beynime saplandı.

''Senden hoşlandığımı duymuşta..''

***

Dudakları, dudaklarımı daha da sertçe öperken kendimi geri çektim. Evren..
Evren'i unutmuştum. Ama Evren ile anım sadece o tuvaletten ibaret değildi. Evren benim her zaman yanımda olmuştu. Her zaman gölgem gibiydi. Ben hiç bir zaman arkadaştan öte görmemiştim. Yada görmek istememiştim.

Gözlerimi yavaşça açtım ve bana sıcak gülümsemesiyle bakan Evren'e baktım. Yıllar ondan hiç birşey alıp götürmemişti. Hala sıcacık bakıyordu ve gözleri dipsiz kuyular kadar karanlıktı.

''Hatırladın değil mi?'' diye fısıldadı berrak sesiyle. Kafamı onun sert göğsüne gömerken burnum çam kokusuyla doldu.

''Hatırladım..''


Sıcak bir yorgana sarılmış, sıkılı kollar arasında gözlerimi açtım. Etrafa göz gezdirdiğimseyde evimde olduğumu fark ettim.
Salon.. Salonda koltuklardan birinde yatıyordum. Bana sarılan sıkı kollara döndü gözlerim. Siyah saçları karmakarışık bir vaziyette yatıyordu Evren..
Giydiği gömlek büyük ihtimalle ona sarılmamdan dolayı kırış kırış olmuştu. Ve küçücük koltuğa bu cüssesiyle kendisinin bile yatması zorken, ikimiz uyumuştuk.
Büyük ihtimalle çok rahatsızdı. Ama yüzünde şu ana kadar görmediğim bir huzur vardı.

Eve hangi ara geldiğimi hatırlamaya çalıştım. Evren'e sarılmış ve bolca göz yaşı dökmüştüm. Sonra büyük ihtimalle uykuya yenik düşmüştüm.

Benimde kırışmış kırmızı elbiseme baktım. Bacaklarımı artık örtmüyordu ve cidden üşümeye başlamıştık.
Yatak odasından battaniye alıp Evren'in üzerini örttüm ve yanağına sıcak bir öpücük kondurdum.
Anılar beynime hücüm etti bir anda. Ben bu koltukta en güzel anlarımı Poyraz ile yaşamışken, şimdi saf bir sevgi ile Evren'i öpüyordum.
Saçma düşüncelerden kurtulamayacağımı bildiğim halde, kafamı salladım ve giyinmek için odama geçtim.

Üzerime giydiğim kısa ama sıradan ev kıyafetleriyle salonda otururken saatin 5.35 olduğunu gördüm. Elime, Poyraz ile yakın zamanda aldığımız
Senden önce Ben kitabını aldım ve okumaya başladım.

Saat 6.30 gibi kapı çalmaya başladı. Poyraz'a baktım. Rahatsız ama huzurla uyuyordu.Kitabın ağlamaklı atmosferinden kurtularak kapıya yöneldim. Ve kocaman bir aptallık yapıp delikten bakmadan kapıyı açtım.

Karşımda dağılmış bir Poyraz vardı.
Benim yüzümden mi?
Tabi ki de hayır, aptal
''Poyraz?'' dedim şaşkınlığımı gizleyemeyerek.

Masmavi gözleri kızarmış, sarı saçları yapış yapıştı sanki. Onu eve alıp, acısını dindirmek istedim bir an. Ama gururum buna hayatta izin vermezdi.

''Başak.'' dedi yavaşça. Bir eli yavaşça dudağıma yönelince sertçe geri çekildim. Soğukkanlılığımı korumalıydım.

''Ne istiyorsun?'' dedim sertçe. Bakışları acı ile doldu. Kıpkırmızı gözlerini kapattı ve kısa bir küfür savurdu. O an kendini kontral altında tutmaya çalıştığını anladım. Gözlerim sıktığı yumruklarına sabitlendi.

Hasiktir. Çok kötü bir tepki verecek
Bir anda kendimi duvarda buldum. Poyraz hızla ev kapısını kapadı. Evren'in huzur içinde ki uykusunun, bu sesle bölünmüş olması için dua ettim.
Poyraz parmaklarını etime öyle bir gömmüştü ki acı içinde haykırdım. Bir eli dudaklarımı örttü ve bana yıllardır her gördüğümde eridiğim çapkın bir gülüş fırlattı.

''Beni dinlemeden hiç bir yere gitmiyorsun, sevgilim.'' diye fısıldadı kulağıma.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Beni de Sev | 2


"Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıkları değil. Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır."

Nefes alamıyordum. Nefes alamıyordum!
İçime çektiğim oksijen ciğerlerimi yakıyordu
ve tarifi imkansız bir acı çekiyordum. Elimi göğsümün üzerine atıp bastırdım. Canım acıyordu, canım acıyordu!
Bu  iğrenç acı neden geçmiyordu?

Kafamı kaldırdım ve bulanık gözlerle etrafıma bakındım. Dünden beri ağaçlarn altında, sert toprakta yatıyordum. Yerde ki çam iğneleri her yerime batıyordu ve bu beni rahatsız etmeye başlamıştı.
Tam neden burada olduğumu düşünecekken dün Poyraz'ı gördüğüm sahne aklıma tokat gibi indi.

Gelen kriz ellerimi titretmeye başlarken elimle, yerinde durmayan başımı yukarıya doğru sabitledim.
Boğazım acıyla kavruluyor, ağzım mide asitiyle yanıyordu. Her yanım acıyor ve ağrıyordu. Savaştan çıkmış gibiydim. Ben hiç böyle bir şey yaşamamıştım.
Ben hayatım boyunca böyle bir acı çekmemiştim.
Ama en büyük acı sol yanımdaydı.
Tarifi imkansız bir şekilde içim acıyordu. Kalbimin olduğu yer acıyla kasılıyordu.
Ama aynı zamanda içimde bir boşluk hissi vardı.
Ruhumu kaybetmiştim.
İlk öpücüğümü.
İlk sarılışımı.
İlk aşkımı.
Ben her şeyimi kaybetmiştim.



Hangi ara arabaya atladım da eve geldim bilmiyorum. Zihnim çok bulanık. Sadece aydınlık sanki etraf. Başka bir şey yok. Her şey önemini yitirmiş sanki gözümde.
Önümden gelen takırtıyla evin kapısını açmaya çalıştığımı anladım. Kapıyı itip ayakkabılarımı fırlatıp içeri geçtim.
Poyraz ile evime gelmemiştim halbuki.
Annemlerdeydim.
Bir bu eksikti.
Anneme Poyrazlarda kalacağım demediğim için kesinlikle beni deli gibi aramıştı.
Elimi pantolonumun cebine atıp yokladım. Telefonum kim bilir neredeydi.

''Sanırım bana bir açıklama borçlusunuz, Başak Aktepe.''

Ah, annem. Şimdi annemi çekemeyecektim. Zaten şu an sesi kafamda birbirine sürten çelik sesi yaratırken, tek işim onu boğazlamak olacaktı muhtemelen.
Benden ses gelmediğini fark eden annem bana yaklaşıp kaşlarını daha da çattı.

''Sana bir soru sordum Başak. Cevap ver!''

Annemin sarı saçları birbirine karışmış, ela gözleri sinirle parlıyordu.Annem her zaman sert bir kadın olmuştu.
Sesinden
normalde korkardım. Ancak korkularımı yitirmiş gibiydim.
En kolayı kısadan anlatmaktı. Zaten annem Poyraz'dan hiç bir zaman hoşlanmazdı.

''Bitti anne. Bitti.''


Annemin suratına baktım. Vereceği tepkiyi merak ettim.
Ama sanki o sinirli gözleri yavaşça acıma ile doldu. Neden böyle olduğunu merak ettim.

''Biliyordum. Zaten Pel..''

Bir anda ağzından yanlış bir şey kaçırmışçasına sustu.
Susmalıydıda.
Pelin...
Poyraz'ın yiyiştiği kuzenim.

''Söyle anne!'' diye haykırdım sinirle.Ellerim sinirden titriyordu ve annemin şu an en son isteyeceği şey beni kızdırmaktı.
Annem sinirli zamanlarımı bilirdi. Bana bulaşılmaması gereken nadir zamanlardandı.

''Pe.. Pelin söylüyordu. Yani sa.. sanırım Poyraz ile Pelin ciddi düşünüyormuş. Yakında nişan falan dediler ama. Ben bilmiyorum tabi ki.''

Nişan sözüne kadar duymuştum. Gerisi bomboştu.
Boşluktu benim için.
Nasıl olurdu anlamıyorum. Benim yıllarımı verdiğim adam, benimle nişanlıyken, kuzenimle ciddi düşünüyordu.
Nasıl yapabiliyordu.
Ben onu nefes alamayacak kadar çok severken, o benim nefesimi başkaları için harcıyordu.
Acı bu muydu?
Kaybolmuşluk duygusu bu muydu?

Ne yaptığımın farkında değildim.
Fark ettiğim tek şey annemin arkamdan bağıran sesi ve benim odamın kapısını kapatışım.
Acı vücuduma hızla yayıldı.
Bu acı geçmiyordu.

***

1 Hafta geçti aradan.
Kuzenimin, sevgilim ile kurduğu planları öğrenmemin üzerinden bir hafta geçti.
Belki Poyraz beni sadece aldatmış olsa bunu bir kaç güne atlatırdım.
Ama çocukluğumu geçirdiğim, kardeşim dediğim, ailelemden biriyle beni aldatınca bir enkaz gibi çökmüştüm.

Karşımda ki siyah sehpaya baktım. Resimler saçılmıştı ve kenardaki tabakta yemekler ufak ufak tepecikler oluşturuyordu.
Derince bir nefes çektim ama çektiğim nefes öksürüğe sebep oldu.
Öksürükten kurtulduktan sonra yatağımın kenarında ki takvimi elime aldım.
Lanet olsun!
Bu gün bir iş balosu vardı ve bu şirketimiz için çok önemli bir geceydi.

Hızla hazırlandım. Kendimi liseli kızlar gibi odaya kapatıp acımı kendi içimde yaşamış olsamda hayat devam ediyordu.
Benimde çalıştığım bir işim ve bir ailem vardı.

Yerimden doğrulmam belki 5 belki de 15 dakikamı aldı. Hissizleşmiştim ve sert soğuk suya ihtiyacım vardı.
Duştan sonra sarı saçlarımı kurutup taradım. Her zaman yaptığım gibi serbest bıraktım ve aynaya baktım.
2. kadın.
Sanki alnımda böyle bir yazı kazılı gibiydi.
Çünkü sevdiğim adam, beni başka birine tercih etmişti.
Yüzümü buruşturdum.

Giydiğim kırmızı elbise ve siyah ayakkabılarla kendimi aynada tanıyamadım. Ben her zaman babamın sarı ördeği olmuştum. Annemin ise sarı keçisi. İnatçı ve salaştım. Kendime çok ilgi göstermezdim. Ve ilgi gösterdiğimde ise, bambaşka bir ben çıkıyordu ortaya.

Anneme çıktığımı söyleyip, arabama bindim. 1 haftadır şirkete gitmiyordum ve en yakın arkadaşımdan öğrendiğim üzere, Poyraz ile acı bir şekilde ayrıldığımı millet duymuştu.
Büyük bir etken olarak, Pelin ve dedikoducu arkadaşları.

Poyraz ile farklı iş yapıyorduk. Ben Aras Mimar'ın başındayken, Poyraz Aras İnşaat'ın başındaydı.
Ve bu gün aldığımız bir işin kutlaması vardı.
Benim için mükemmel bir dönüşün tek yolu buydu.
Arabayı balonun yapıldığı ana caddeye değilde, dar sokaklardan birine sürdüm. Dikkat çekmek istemiyordum.
Arka kapıdan girmek kolay olmuştu fakat çalışanların şaşkın bakışları ile karşılaşmak zorunda kalmıştım.
Ve son kapıyı araladım ve yüzüme bir anda bir ışık demeti yayıldı.Etraf sade bir şekilde düzenlenmişti. Etrafta ki herkes samimi olmayan bir şekilde birbirlerine gülümsüyordu.

Bara yaklaştım ve şampanya istedim. Zaten sadece görünmek için gelmiştim buraya.
Yıkılmadım ayaktayım.
Bir erkek yüzünden karalar bağlayacak değilim.

Hah, hepsi yalan.

Mikrofonun üzerine vurulan el ile yavaşça gözlerimi platforma çevirdim. Yüzünü göremediğim bir adam üzerine tamamen uyan siyah takım elbisesiyle ayaktaydı.
Büyüleyici.. diye düşündüm ister istemez.
Adamın kafasını kaldırmasıyla dudaklarım ister istemez aralandı.
Evren!
Asansörde tanıştığım adam!

Ve Evren'in nahoş ve kendinden emin sesi salonda yankılandı.

''Merhaba Bayanlar ve Baylar. Burada bulunmamızın sebebi aşikar. Kazandığımız ihaleyi kutluyoruz. Hepinizi yaptığı emeklerden dolayı teker teker kutlamak isterdim ancak, bu pek mümkün değil. Biliyorsunuz şirkette 16 kat var ve hepinizi tebrik etmek gerçekten zor.''

Salonda kıkırdamalar yükseldi.
Ne yani, gerçekten mi?
Gerçekten komik miydi?Evren kırkırtılardan hoşlanmışçasına gülümsedi ve toparlanarak yine o mükemmel gülümsemesini sundu.

''Aras Holding'in başarıları zaten oldukça meşhur. Bu yüzden Aras İnşaat'ın CEO'su Poyraz Akman'a bir teşekkür sunacağım.''

Ah, ne teşekkür ama! Beni aldattı o adam! Bir de ona plaket verin. Gerçekten..

Herkesin Poyraz'a bayılmasını anlamıyordum. En azından 1 haftadır...
Çünkü aldatılmadan önce, bende O'na tapardım.

''Ve bilmektesiniz ki, Ahmet Akman emekliliğe ayrıldı..''

Ahmet Akman. Poyraz'ın babası. Babası ne kadar Mimarlık okumasını istesede Poyraz İnşaat bölümünü tek başına açmıştı ve bir zaman sonra şirketleri birleştirmişti.
Ancak bu başarıların tamamı Poyraz'a aitti.

''Ve malesef geride Veliaht bırakamadı. Bu yüzden oy birliği ile yeni bir CEO belirlendi.''

İçimden tüm duaları sıraladım. O ben olmalıydım! Aras Mimarlık'ın en gözde mimarıydım ve bunu hak ettiğime inanıyordum. Şirket üst kurulu olmaktan sıkılmıştım. Hükmetmek istiyordum.
Yada yeni bir başlangıç.

''Bu sahneye çağrılan kişi ben olacaktım ancak mikrafonu kapmakta gecikmedim. Çünkü yeni CEO olaraktan, yanıma alacağım Genel Mimarı açıklamak istiyorum.''

Ortamda ilk önce alkış sesleri yankılandı.
Kahretsin! Bir CEO olmayı bile beceremiyordum.
Tam elimdeki şampanyayı garsona bırakmış çıkışa yönelirken, bir ses işittim.

''Başak Tekir, burada mı? Çünkü kendisi artık Genel Mimardır. O'nu size sunmaktan minnet duyarım.''

Evren'in sesi resmileşmişti. Artık espiri yapar gibi bir havası yoktu.
Bi birkaç dakikalığına da tanısa, çok espiritüel olmadığımı anlamıştı.
Güzel.Bana dönen bakışlarla yavaşça sahneye yürümeye başladım.

Basamakları çıktım ve alkışlar eşliğinde Evren'in yanında yerimi aldım.Ağzımdan çıkan ilk cümle ise ''Seni öldüreceğim.'' oldu.
Bakışları parlarken, elimi kavradı ve iç kavuran bir öpücük öpücük koydu elime.
Nefesim kesilmişti.

''O zaman öldürmeni bekleyeceğim, değil mi?''

Mikrafonu büyük ihtimalle kapatmıştı çünkü insanlardan ses gelmiyordu. Yavaşça elimi mikrafona uzattım ve Evren'in elinden aldım.
Işıklar bana doğru daha fazla yoğunlaşırken, içkilerini içen insanların konuşmamı beklediğini gördüm.
Sevecen sesimle konuşmaya başladım.

''Tek bir şey söylemek istiyorum... Yakın bir zamanda, sevdiğim birini kaybettim. Sevdiğim adamı. Bunu bildiğinizi biliyorum. Ve geçen gün evde kitap okurken, sizin sözünüzle evde bunalımıma devam ederken, bir kaç satır okudum. Şimdi onları söylemek istiyorum.''

Salonda ki insanlar nefes dahi almadan beni dinliyorlardı. Çoğu sözlerimle birlikte utançla kafasını eğmiş, bazıları da dik başlılığını sürdürmüştü.

''Saatler akıp gider, insanın ömrü böyle bitermiş. Zamanı durdurmak, geriye sarmak hiçbir zaman mümkün olmamıştır. O zaman insan geçen saatler boyu ne yapmalıdır? Aklını mı dinlemeli kalbinin sesini mi? Hangisini dinleyen hata yapmazdı, kalbinin sesini dinleyen mi daha mutluydu yoksa aklın yoluna giden mi? Ya birinin mutluluğu bir başkasının felaketiyse? Başkasının felaketi olmamak için, mutluluğundan vazgeçer miydi kimse?''
Sözlerimin ardından alkışlar koptu. Gözlerim beni alkışlayanlar arasında gezenirken O'nu gördüm.
Poyraz'ı.
Pelin, Poyraz'ın kolunu bir kaplan edasıyla tutmuş ve bedenini Poyraz'ın koluna yapıştırmıştı.
Derin bir nefes çektim. Gözlerim doldu.
Ah, siktir. Hala Poyraz'a aşıktım.

Sahneden çoktan inmiştim ve terasta, kışın dondurucu soğuğunda incecik elbiseyle duruyordum.Yüzüme vuran sert rüzgar bende şok etkisi yapıyordu ve biraz da acımı alıyor gibiydi.
Ah hayır, yalandı. Hala canım acıyordu.
Omzuma atılan ceket ile kendime geldim. Sert limonlu içki kokusu anında her yanımı sardı. Yavaşça kafamı kaldırdığımdaysa, Evren'in parlayan gözleri ile karşılaştım.
Siyah saçları alnını gölgeliyordu ve gözleri, bu karanlık gece de parlayan tek şeydi.
Küçük bir iç çekişin ardından gözlerimi Evren'e sabitledim.

''Evet seni öldüreceğim. Ama şu an tasarı halindeyim.''

Erkeksi bir kıkırda ile güldü. Duyacağım en güzel seslerden biriydi sanırım.

''Ah, planlarını böldüğüm için üzgünüm.'' Ardından gözlerini biraz merakla bana dikti. ''Ancak.. Ancak sahnede çok cesurdun ve.. ve benim gibi bir çok çalışanı mest ettin.''

''Sen benim patronumsun.''

Karanlık geceyi delen bir kahkaha attı.

''Ah evet ben senin patronunum.'' O zamana kadar elinde ki içki bardağını fark edememiştim. ''Peki ya o dizeler, yani hangi kitaptandı?''

Ellerinden içkiyi kaptığım gibi başıma diktim.

''Sanırım
Esra Akmeşe'nin Büyüdükçe Döner Mavilerin Siyaha kitabıydı. Tam hatırlamıyordum. İçmek bana pek yaramıyor.''

Şaşkın bakışlarını hissedene kadar kıkırdayışım sürdü. Kıkırdayışım kesildiğinde ve göğsüme bir ağırlık çöktüğünde yine içki içmenin getirdiği yoğunlukla karşılaştım. Yine içtiğime pişman olacaktım.
Tam kafamı kaldırıp, artık gitmem gerektiğini söyleyecekken, Evren'in dudaklarıma sabitlenmiş bakışları altında ezildim. Gözleri adeta beni hapsederken, gitmek için bir hamle yaptım.

Kolları hızla kollarımı kavradı. Ben heyecanla yutkunurken, beni istemediğim bir şeye mecbur etmesinden korktum.

''Evren, sanırım gitmeliyim. İkimiz açısındanda iyi olacak.''

Bakışları nihayet dudaklarımdan gözlerime kayarken, gözlerinde gördüğüm duyguyu tarif edemedim.

''Biliyorsun.'' diye fısıldadı şevhetle. ''Senden hoşlandığımı biliyorsun.''

Şaşkınca ona bakarken, iç sesim şaha kalktı.
Evet, biliyorum. Çünkü bende sana karşı boş değilim.
İç sesime lanetler yağdırarak kafamı eğdim ancak sert eli çenemi tuttu ve kaldırdı. Kafamı milim dahi hareket ettiremiyordum. Hareket eden tek yerim dudaklarımdı, ve heyecanla aran kalbim..

''Beni tanımıyorsun..'' Gözlerinden kısa bir nefret geçti. Kısacık. O anın süresini tanımlayamazdım bile ancak görmüştüm.

Sonunda yüzünü boynuma gömerken fısıldadı.

''Bana bunu nasıl yapıyorsun o zaman. Seninleyken nefes dahi alamıyorum.''

Ve boynuma konan ıslak öpücükle kısık sesle inledim.



*Ays

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Beni de Sev

Yaptığım pastaya yavaşça mumu diktim. İçimde tarifi imkansız bir sevinç vardı. Hayatımda sevdiğim ilk adamın doğum gününü kutlayacaktım.Bunu hatırlamak bile beni deli gibi gülümsetiyordu.Yavaşça ellerimi sildim ve pastayı paketledim.

Arabayı Poyraz'ın şirketine sürerken yüzünde oluşacak ifadeyi düşünerek bir kez daha gülümsedim.Arabanın içine süzülen şarkının sesini biraz daha açtım.
Bu günden daha güzel bir gün olamazdı..


Arabayı yavaşça upuzun, görkemli binanın önünde durdurdum. Ateş'in emeklerinin mimarı olan bu koca şirketi görmek bende bile bir gurur duygusu uyandırıyordu.
Bu küçücük şirketi büyütmüş, ihalelerin hepsini kazanmıştı. Ve buna rağmen beni hala bırakmamıştı.
Ben onu her haliyle sevmiştim. Üniversitede beş parasızkende. Ve şimdi kocaman bir şirket yöneticisi olmasına rağmen, bana karşı hiç değişmemişti.

İçeri girdiğimde bana yönelen sevgi dolu bakışlarla gülümsedim. Asansöre bindim ve en yukarıda ki tuşa bastım.
Kapı kapanmadan, bir erkek ayakkabısı kapının kapanmasını engelledi. Başımı yavaşça yerden kaldırırken içeri giren görkemli adama baktım.

Kumral saçları ve parıl parıl parlayan yeşil gözleriyle sert bir adamdı.
Benim sevmediğim tipte de olsa adamdan etkilendiğim gerçekti. Bu adam Poyraz'ın tam tersiydi!

Adamın beni süzen bakışlarını fark ettiğimde, yüzüme küçük bir gülümseme yayıldı. Adam bunu fark etmiş olacak ki ellerini cebine sokup keyifle mırıldanınca iyice kızardım.
Asansörden inmeden önce kafamı çevirip İyi Günler diledim. Adamsa genişçe sırıtıp başıyla bana selam verdi.

Telefonumun çalmasıyla aklım başıma geldi! Buraya Poyraz'ın doğum gününü kutlamaya gelmiştim.Pastayı düşürme korkusuyla çantamı karıştırıyordum ki biri elimden pastayı nazikçe aldı.
Kafamı kaldırdığımda, asansördeki kumral saçlı adam olduğunu fark ettim. Yavaşça gülümsedi. Ben ona uzun süre aval aval bakmış olmalıyım ki, erkeksi bir kıkırdayış döküldü dudaklarından.

''Son kata geldiğimize göre, benimde asansörden inmem gerekti.Ama size selam verirken asansörün içinde kaldım ve yeniden yukarı çıkmak zorunda kaldım.''

Kendimi düzeltmeye çalışırken gülümsedim. Aptalın tekiydim. Vay canına!

Sır verir gibi etrafı kolaçan etti ve fısıldadı.

''Binanın en üst katına kadar çıkıp, asansörden çıkmamam sizi gerçekten rahatsız etmedi mi?''

Dudaklarımdan neşeli bir kahkaha dökülürken o da benimle güldü. Telefonumun melodisinin son bulmasıyla gülmem kesildi. Çantamı tekrar koluma taktım ve arayan kişiyi umursamadım.

Adam pastayı bana uzattı. Yavaşça alıp dönecekken, erkeksi sesi araya girdi.

''Sanırım sizi arkadaşlarıma, asansörde selamlaştığım kız olarak anlatmamalıyım. Bana isminizi bahşedin. Ben Evren.''

Ağzımda ki aptal gülümsemeyi durduramazken, elimi uzattım.

''Adım, Başak Beyefendi. Asansörde selamlaştığınız kız değil.''

Evren'de bana gülümserken sordu.

''Burada mı çalışıyorsunuz?''


Gururla gülümsedim.

''Nişanlı buranın en üst yöneticisi.''

Evren'in gülümsemesi hafiften bozulsada çaktırmamaya çalıştı. Ama malesef ki, bildiğin bozulmuştu.

''Ah siz Poyraz'ın bahsettiği o kızsınız.''

Kızararak kafamı aşağı eğerken, sesinin değiştiğini fark etmem uzun zamanımı almadı.

''Bu pastada onun değil mi? Neyse sanırım gitmem gerekiyor.''

Evren'e başımla bir işaret yaptıktan sonra, Evren bir şey hatırlamışçasına durdu. Yavaşça bana döndü ve yüzünde onu yeni tanımama rağmen ürkütücü bir gülümseme gördüm.

''O'na selamlarımı iletin.''

Evren'in saçma hareketini takmamaya çalışıp yürümeye devam ettim. Poyraz'ın odasının önüne geldiğimde yavaşça pastayı açtım ve mumlarını yaktım.
Sekreteri Dilan'ı görmeyeyi bekliyordum ama yerinde yoktu.
Yavaşça odanın kapısını açtım ve açar açmaz ışıkları kapattım. İçeride bir hareketlenme oldu. İçeride kim varsa, umarım önemli biri değildir diye, geçirdim içimden.


Pastanın üzerinde ki mumların ışığını ellerimle engellemiştim. Yavaşça elimi çektim ve yüzümü görülür hale getirdim.
İçeride bir hareketlilik daha oldu ve Poyraz'ın şaşkınlıktan aptalca bir şey yaptığını düşünerek ışığı açtım.

Ve hayatım boyunca aklımdan silinmeyecek bir görüntüye şahit oldum.
Poyraz benim aldığım gömleği özensizce iliklemeye çalışırken, sağdaki yarı çıplak kadın bana yarım ağız sırıtıyordu.
Poyraz beni aldatıyordu.
Ben geceleri evde onu beklerken o beni aldatıyordu.
Ve en kötü şeyse, aldattığı kadının, kuzenim olmasıydı.

Orada ne kadar zaman öyle durduğumu bilmiyorum. Ama Poyraz yanlış iliklenmiş gömleği ve buruşmuş ceketiyle bana yaklaşınca irkildim.
Yavaşça geri kaçtım.
Poyraz'ın o an dediği tek bir kelimeyi dahi duymadım.
Baktığım tek yer kuzenimin gözleriydi.

Düşündüm aptalca.
Kuzenim benden daha kadınsıydı.
Daha güzeldi.
Benim ela gözlerime nazaran onun yemyeşil gözleri vardı.
Dolgun hatları vardı.
Cesurdu iddalıydı.
Bense rahattım, salaştım.
Ve aptaldım.
Poyraz'ın beni, kendim olduğum için sevebileceğini düşünecek kadar aptaldım.

Boğazıma bir diken batmışçasına haykırdım. Poyraz elleriyle beni tutmaya çalışıyor, gelen histeri krizimi engellemeye çalışıyordu.
Bense Poyraz'ın ellerinden tiksinerek kaçtım.
Kuzenime dokunduğu elleriyle bana dokumazdı. Onu öptüğü dudaklarıyla beni öpemezdi.
Ben kirli değildim.
Ben saftım.
Poyraz'ın beni kirletmesine izin veremezdim.

Koştum.
Yüzüme çarpan soğukla dışarıya çıkabildiğimi fark ettim.
Arabama hangi ara bindim bilmiyorum ama, arkamdan gelen Poyraz'ın arabamın camlarını yumruklayarak ''Başak ne olursun sakin ol aşkım'' yada ''Ben seni seviyorum, O'nu değil.'' diye bağırdığını duymuştum.


Araba'yı, İstanbul'un en ücra köşesine kadar sürdüm. Arabadan çıktığımda güneş batmak üzereydi ve hava kararmıştı.
Enfes bir kızıl renk tepelerin ardından yok oluyordu.
Arabadan uzaklaştım ve tepeleri izleyebilecek en güzel yere oturdum.

Ne kadar süre orada kaldım bilmiyorum ama gece yarısına bir kaç dakika kala, ağzımdan çıkan sıcak nefesle, gökyüzüne fısıldadım.

''Doğum günün kutlu olsun, Sevgilim.''

7 Nisan 2013 Pazar

Sende Saklı

''Bunu yapmak istediğinden emin misin? Yani bilirsin, yeni başlangıçlar yapmak zordur. Babanın yanında rahatça çalışabilirsin, hemde üst makamlarda, baban ayrım gözetmiyor. Mesela bana karşı tutumu iş yerinde ço..''

''Eminim, Ekrem. Babama bağlı olarak yaşamak istemiyorum. Bu yüzden stajımı başka bir şirkette yapmak en iyi olacak.Eminim.''

Ekrem bunalmışçasına bir ses çıkardı.Hayır, neden hayatıma burnunu sokmak zorundaydı ki.Bu huyundan nefret ediyordum.
Ekrem yaklaşık 12 senelik arkadaşımdı.İlk okulda tanışmıştık. Ağladığım, güldüğüm, kızdığım, kriz geçirdiğim her an yanımdaydı. O benim için 2. bir abiydi gözümde.
Fakat lise sonda bir sevgilim sırf beni öpmeye çalıştı diye, onu dövmüştü.O zaman bana karşı hislerinin tanıştığımız zamandan beri olduğunu anlamıştım.
En kötüsüde, babam ve abimle çok yakınlardı.Babam benden çok onun sözünü dinlerdi.Bir gün babama benimle tatile gideceğini söyleyip beni Balıkkesir'e götürmüştü. Hemde benden izinsiz!

Hızla kafamı salladım. Ekrem'i düşünüp günümün kötü geçmesine izin vermeyecektim.Arabayı sola doğru yanaştırdım ve ustaca park ettim.Ekrem'in inmesini ve benimde yoluma devam etmemi bekledim.
İnmedi

''Bak, Öykü. İnat yapman, burnunun dikine gitmen beni sana aşırı derecede çekiyor. Ancak bazı zamanlar bu kötü şeylere sebep olabilir.''

''Ne gibi?''

''Gittiğin şirketler grubunun adı neydi? Sancaklar mıydı?''

''Evet adı Sancaklar''

Ne karıştırıyordu bu çocuk? Ne bulacaktı yine kim bilir?

''Lise de, eee şey... seni öpeceği için dövdüğüm bir çocuk vardı.Belki hatırlarsı...''

''Evet, Ekrem. Hatırladım.''

Memnun olmuşçasına gülümsedi.Kim bilir ne anlamlar çıkarıyordu benim anlamsız davranışlarımdan.

''İşte, Rüzgar Sancak. Onların şirketinde çalışacaksın. Ve sanırım o da, sevdiği kız için burnunun kırılmasını unutmamıştır.''


İçimden koca bir küfür savurdum.Koca İstanbul'da bu kadar tesadüf kan dondurucuydu.
Hele hele benim Rüzgar'a, Ekrem'i dövmemesi konusunda yalvarmamdan sonra, benimde Ekrem'e birşeyler
hissettiğimi düşünmüştü.Ve benim iğrenç bir insan olduğumu bütün okula yaymıştı.
Zor bir lise dönemi geçirmiştim.

Utançla kafamı eğip, gözlerimi yumdum

''Unutmuştur beni. Hem çok değiştim artık. Ne sivilcelerim var artık nede pembe gözlüklerim. Kilo bile verdim Ekrem.''

Derin bir nefes çekti içine. Sarı saçlarını sallayarak onayladı beni.

''Rüzgar sana geri dönsün diye yapmıştın bunları, şimdi tekrardan karşılaşıyorsunuz! Allahım. Nasıl bir tesadüf''

Sinirlendiğinde yaptığı gibi ellerini ağzına dayamış, hırıltılı sesler çıkartıyordu.

''Ama onu sevmeyi çok uzun süre önce bıraktım ben Ekrem.Biliyorsun.''

Güler gibi bir ses çıkardı.Ve arabadan inmeden önce mırıldandı.

''Bilmez miyim..''


6 Nisan 2013 Cumartesi

Kurtar Beni

Aynadaki yansımasına baktı, Jemima. Saçları savaştan çıkmışçasına tel tel yolunmuş ve yıpranmıştı.Gözleri uykudan yeni uyanmışçasına bal rengi parlarken, dudakları kan kırmızısıydı.
Bu sefer ki krizini çok ağır atlatmıştı.

Yapmayacaktı.
Yapmayacaktı.
Kendine söz vermişti
Kullanmayacaktı şu iğrenç mereti.
Ama dayanamamamıştı sonunda
Annesiyle kavgası onu inanılmaz bir öfkeye itmişti.Ve tek sığınağı afyon olmuştu.
''Ah, zarif ve güçlü afyon!
Yoksul ve zengin ayırmadan tüm kalplere, asla iyileşmeyecek yaralara ve ''Ruhu isyana sürükleyen acılara''  sakinleştirici mehrem gibidir afyon!
Güçlü söz sanatıyla gazabın amacını silip götürür, suçlu adama bir gece için gençliğinin umutlarınını geri veriri kandan ıslanmış elleri temizler.''


Söylediği mısralarla titredi yavaşça. Bir krizi daha kaldırmazdı gece gece.Hele hele ailesinin yanında asla.
Yavaşça tuvaletten çıktı.Üstüne bulduğu ilk tişörtü ve kotu geçirdi.Telefonunu ve kulaklığını aldıktan sonra çoraplığında ona bakan afyonu gördü.
Poşete atılmış yeşil bir ot.

Gözlerini kapatıp derin nefesler aldı.
Bir şey düşünmek istemedi o an.
Sadece kafasından o afyonun orda olduğu düşüncesini yok etti.
Ve odadan kaçarcasına çıktı.

Boş sokaklarda dolanıyor, kafasından atmak istiyordu bütün her şeyi.
Afyon'u...

Nasıl bulaştığını hatırlamaya çalıştı bu iğrenç, güçlü afyona.
Büyük ihtimalle yine başarısızlığa uğramıştı. Ailesi tarafından yine tartaklanmıştı.
Herkes mükemmel ailelerde yetişmiyordu.
Jemmia için babası mükemmelken, annesi tam bir fırtınaydı.

Kulaklığından, kulağına akan enfes sesle şarkıyı mırıldanmaya başladı.

''
Soluklanmak için ölüyorum,
Niye bir türlü öğrenemiyorum?
Tüm güvenimi yitirdim,
Kesinlikle tersine çevirmeye çalışmama rağmen.''


''Sanırım bir sincap yolunu kaybetmiş.''

Jemmia arkasından gelen kudretli sesle arkasına döndü.
28-30'lu yaşlarında, mükemmel bir çene yapısı olan, hafif uzun saçları ve kirli sakallarıyla bir adam ona sırıtıyordu.
Hemde takım elbise giymişti.
Tanrı aşkına, acaba bir bürokrat mıydı?

''Sincaba benzer bir halim mi var?''

Adam kırkırdamaya benzer enfes bir ses çıkardı. Bu bile Jemmia'nın eriyip bitmesine yeterdi.

''Yolunu kaybetmiş ve savunmasız gözüküyorsun. Ve sincap gibi bakıyorsun. Ayrıca... Ayrıca gözlerinin altı neden böyle mor? Ah, bağımlısın değil mi?''

Ellerini Jemmia'nın suratına uzattığa an, Jemmia büyük bir hızla geri kaçtı.

''Defol git şurdan, pezevenk herif.''

''Kes şunu.Kollarını uzat''

''Sana defolup gitmeni söyledim.Toz ol.''

Adam hızla kollarından yakaladı, Jemmia'yı.Sert kolları arasında sıkışan Jemmia, geçirdiği krizlerden dolayı yorgun düşmüştü.Ve harekette edemiyordu.

''Seni buradan götürmem saniyemi alır. Hatta seni zorla Rehabilitasyona tıkabilirim.''

Sonra adam, kafasını Jemmia'nın boynuna yapıştırdı ve buğulu sesiyle fısıldadı.

''Ama ben sana yardın etmek istiyorum.İzin ver, kurtarayım seni.''

Jemmia, adamın kollarına yığılırken, fısıldadı.

''Kurtar beni.''


28 Mart 2013 Perşembe

Akşam Güneşi

Poyraz alarmının sesine uyandı. Aslında uyanmak istemiyordu. Allah aşkına pazar pazar nasıl oldu da alarm kurmuştu.
Sonra aklına evleneceği geldi.
Masum bir şekilde gülümsedi.
Başak'ı düşündü.
Güzeller güzeli Başak'ını.
Sonunda, sonsuza dek, birlikte olacaklardı.

Sonunda alarmın sesinden rahatsız olup elini alarma doğru attı.
Ve eli, alarma değil bambaşka bir şeye değdi.
Bir zarfa.

Poyraz hızla silkelendi.Alarmı kapatık titreyen elleriyle zarfı ellerine aldı.
Hayır hayır..
Başak bunu öğrenmiş olamazdı.
Başak onu bırakıp gidemezdi.
Ne olursa olsun.

Elleri hala zarftayken çift kişilik yataktaki diğer tarafa baktı.
Bomboştu.

Başak zaten erkenden kalkar ve gelinlik provasına gider diye düşündü Poyraz.
Yada kendisini öyle teselli etti.

Ve sonunda zarfı çevirip ön yüzünde ki yazıyı okudu

''Canımdan çok sevdiğim adama...''


Poyraz'ın gözlerinden bir damala yaş süzüldü.
Ve kağıdın üzerine düştü.
Mürekkep dağılırken zarfı nazikçe açtı.
Yırtılmasından korkarcasına açtı.
Başak'tan ona kalan son şeymiş gibi açtı zarfı.

Ama kağıdı okumadan önce kağıdın kenarındaki bir kaç kan damlası çekti dikkatini.
Aptal aptal baktı kağıda
Yine elini kesmiş kağıt diye düşündü aptalca.

Sonra belki de hayatını değiştirecek cümleleri okudu yavaşça.

“Kim bekler terk edilmeyi çılgınca aşıkken?
Kim sakin durabilir?
İçindeki önlenemez şiddet arzusunu kim bastırabilir?
Kağıttan elinin kesilmesi mi daha çok acı verir?
Yoksa aldatılmak mı?
Unuttuğun anda sızlayıverir mi kalbin yoksa kağıdın kenarından çizilmişçe?
Seni kendine getirecek sertlikte kahveyi nerden bulursun o an?
Onu mu suçlarsın, kötü şansını mı?
Yoksa büyümek bu mudur?
Her şey aslında yüzyıllardır yazılı duruyodur da orada sen yeni mi görüyosundur?
"Hayır, bu farklıydı" derken aslında farklı olmasını umutsuzca arzu ederken.
Bir yandan da farkına mı varmışsındır aslında herkesin ve bütün ilişkilerin aynı olduğunun?
Delirecek gibi mi hissedersin, ne senin, ne onun özel olmadığını anladığında,
Meleklerin rüzgarı hissedemeyeceğini,
oysa senin acı çektiğini fark ettiğinde
bir adım daha mı atarsın insan olmanın verdiği belirsiz duyguyla?
ve sana;

"Seni hala seviyorum ben.." dediğinde o sevgiye lanet mi edersin? “
Poyraz pişmanlığıyla kafasını eğdi.
Artık kalbi atmayacaktı.